Yeni Dünya: Kapalı Yaranın İzleri
Oturduğum
koltuktan hafifçe eğilerek yere düşen kalemi aldım. Vücudum gün içinde tekrar
tekrar aynı hareketi yapmaktan sıkılmış olacak ki doğrulurken istemsiz bir
şekilde dudaklarımın arasından çıkan, kısık bir oflamaya tanık oldum. Bu durum
beni gülümsetti. Kısa bir süre için vücudumun ruhumla ilişkisini kestiğine
tanık olmak beni büyülemişti. İlham
arayışımın sekizinci gününde aynı istikâmete doğru yol alırken başkalarını
izlemeye alışık olan gözlerim ilk kez ayna dışında kendisini izleme fırsatı
bulmuştu. Bu benim gibi biri için unutulmaz bir andı.
Çoğu zaman olduğu gibi ortamın
gürültüsünden uzaklaşarak kendi iç âlemime dalmışken yan çaprazımdaki
hareketlenme ile nerede olduğumu hatırladım. Gözlerim kısa sürede hareketin
kaynağını buldu. 20’li yaşların ortasında olduğunu düşündüğüm genç adam,
yaşından beklenmedik bir ifadeyle bana bakmaktaydı. Gözlerim genç adamın bakışlarına
kilitlenmişti. Ona bakarken içimi kaplayan huzursuzluğun sebebini anlamakta
zorluk çekiyordum. Aynı zamanda da içimdeki tanıdıklık hissi ile baş etmeye
çalışıyordum. Belki de ünlü biriydi ya da gazetenin bir köşesinde yer alan
acıklı hayat hikâyesinin başrolüydü.
Genç, bakışlarını bir an bile
üzerimden ayırmadan elini dizlerinden kaldırdı ve aynı yavaşlıkla kalbinin
üzerine koydu. Avını gözetleyen aslan edasıyla gencin hareketlerini takip
ediyordum. Suratım ifadesizdi. Dışardan bizi izleyen biri ikimizin arasında
husumet olduğunu düşünebilirdi. Fakat bu kalabalık ortamda yalnız o ve ben
kalmış gibiydik. Diğer herkesin varlığını unutmuştuk. Genç adam parmaklarını
nazik olmayan bir şiddetle göğsünün üzerinde aşağı yukarı hareket ettirmeye
başladı. Bakışlarının odağında hâlâ ben olduğumu ise gözlerimi gözleriyle
buluşturduğumda anladım. İşte o an içimdeki konuşma dürtüsüyle daha fazla baş
edemeyeceğimi anlayarak “Merhaba genç adam!”
dedim. Cümlemin sonuna samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme de
ekledim. O ise yalnızca bana bakmakla yetindi. Fakat eli öncekinden daha hızlı
bir şekilde aşağı yukarı hareket ediyordu. Tırnakları kanatırcasına
bütünleşmişti teniyle. Genç adamın bir rahatsızlığı olduğunu düşünerek ayağa
kalktım. Hızlıca attığım birkaç adımdan sonra kendimi onun yanında buldum.
Varlığını unuttuğum herkes bir anda canlandı. Kulaklarım artık alışık olduğum
sesleri duymaya başladığında derin bir nefes alarak genç adamın kolunu tuttum,
“Yaralı mısın?” diye sordum. Genç, gözlerini bile kırpmadan bana bakmaya devam
ediyordu. Yine cevap alamayacağımı düşünerek elimle göğsünde yara aramaya
başladım. Gömleğinin üzerinden yarayı bulmanın zor olacağını anladığımda ise
ellerim genç adamın giydiği gömleğin düğmelerine gitti. Tam o anda kısık bir
ses duyuldu:
“Evet."
Elim titremeye başladı. Kısa bir süre duraksadım. Ardından derin bir nefes çekip etrafıma baktım. Şoför otobüsün rotasını değiştirmişti. Muhtemelen hastaneye doğru gidiyorduk. Muavin ise yolcuları sakinleştirip oluşacak karmaşayı önlemeye çalışıyordu. Elimi korkarak gömleğin düğmelerine attım. Birkaç düğmeyi açtıktan sonra hastanenin girişine yaklaştığımızı fark ettim. Amacım gencin yarasına ilk yardım uygulamaktı. Fakat ilk kez kendime karşı dürüst değildim. Asıl amacım yaşadığım bu olaydan kendime ilham çıkarmaktı. Amacıma ulaşmam için son bir adım kalmıştı. Genç adamın gözlerindeki parçalanmışlığa sebep olan yarayı görmek… Önlenemez bir arzuyla yarayı görmek istiyordum. Ve hatta dokunmak…
Gömleği açmakla fazla vakit kaybetmiş olmalıydım ki otobüs durmuştu. Doktorların otobüse bindiklerini gördüğüm anda birkaç düğmeyi kopararak gömleği iki yana ayırdım. Fakat gencin göğsünde ne yara ne de yara izi vardı. Dakikalardır heyecanla beklediğim görüntünün bu olmaması gerekiyordu. Hayal kırıklığının yarattığı öfkeyle “Yara falan yok!” diye bağırdım. Doktorlar genç adamı sedyeye taşırken genç adam, son bir kez bana baktı. Gözleri tıpkı ilk bakışmamızda olduğu gibiydi: donuk fakat acılı…
“Yara
burada görmüyor musun?”
Ben, onun otobüsten indirilişine odaklanmışken bana bakarak söylemişti bunu. Yine elleri kalbinin üzerindeydi. Anlamamıştım. Yarası yoktu. Muhtemelen ilk aşkı hüsranla sonuçlanmıştı ve olayı kendi içinde daha da dramatize ederek bizlere sunmuştu. Kandırılmış hissediyordum. Saatlerimin boşa gittiğini düşünüyordum. Yarına tamamlamam gereken köşe yazısını tamamlayamayacağım için kovulma ihtimalim bile vardı. Ben ise saçma bir olaya takılarak saatlerimi harcadığımı düşünüyordum.
Tekrar koltuğuma oturdum. Bu kez kalemi dalgınlıktan değil sinirden düşürdüm. Kaleme uzanmak için eğileceğim sırada ön koltuğun altında unutulmuş gazeteyi gördüm. Kalemi orada bırakarak gazeteye uzandım. Birkaç ay öncesine ait bir gazeteydi. Sayfalar arasında göz gezdirirken büyük sükse yapan haberimi gördüm. Bu haberi ben yazmıştım. Yeni nesil bir sosyal medya fenomeninin kilosu hakkında yaptığım bir haberdi. Elimdeki gazeteyi öyle sahiplenmiştim sakince kağıdı parmaklarımın arasında ezdiğimin farkına varmam uzun sürdü. Elimde tuttuğum bir başarıydı ve ben bu başarının sahibiydim.
Haberi gururla okumaya başladım. Fakat okurken gururumun hüzne dönüştüğüne şahit oldum. Yazdığım satırları bir başkası yazmışçasına öfkelendim. Sanki bu yazıyı ben yazmamışım gibi yazan kişiye öfke duyuyordum. Bir insanın kilosu ile nasıl bu denli dalga geçilirdi? Bunu gerçekten de ben mi yazmıştım? Okuduğum kelimeler zihnimde yankılanırken gözümün önünden birkaç dakika önce hastaneye bıraktığımız genç adamın ifadesi gitmiyordu. O bakış bu haberle adeta bütünleşmişti. Yazının içinde eleştirdiğim hatta linçlenmesine neden olduğum Hakan Çağrı isimli fenomeni bulmak ve ondan özür dilemek için elime telefonumu alarak sosyal medyada arattım. İlk seferde bulmuştum. Ünlü biri olmalıydı. Onun hakkında bildiğim tek şey kilolu olmasıydı. Benimkinden farklı olarak vücudunda yer alan fazladan birkaç kilo, onu benim gözümde “aşağılanabilir kişi” konumuna düşürmüştü. Yaptığım şeyin özrü yoktu. Bunu biliyordum…
Gözlerimi telefona tekrardan sabitlediğim anda beklemediğim bir şey oldu: Nefes almamı zorlaştıran, kalbimi ağrıtan bir şey. Bedenimi ele geçiren huzursuzluk ve yüzüne baktığımda içimde oluşan tanıdıklık hissi…
“Yara
burada görmüyor musun?”
Bu, otobüste karşılaştığım genç
adamdı. Gözlerindeki acıya sebep olduğum, bakışlarını bir an olsun üzerimden
ayırmayan genç adam. İşte o an Hakan Çağrı isimli gence iki kez haksızlık yaptığımın
farkına vardım: İlki yalnızca onu ilgilendiren bir konuda yorum yapmaya hakkım
olduğunu düşünmekti, ikincisi ise dışarıdan görünmediği için yarasının olduğunu
kabul etmemekti. Avcumda sıktığım
telefonun kilidini açarak Hakan Çağrı’nın fotoğraflarına baktım. Beğeni
sayılarına oranla yorum sayısı oldukça düşüktü. Yorumlara girdiğimde fotoğrafa
yorum sınırlandırması getirilmiş olduğunu gördüm. Birkaç fotoğraf aşağıya
indiğimde yorum sayısının beğeni sayısından da fazla olması araştırmacı
kişiliğimin dikkatini çekti. Yorumları açtığımda ise genç adama ne büyük
haksızlık yaptığımın farkına vardım. Yorumları neden sınırlandırdığını şimdi
anlamıştım. Fotoğrafının altına atılmış olan yorumlar hakaretin bile
üzerindeydi. Kimi dalga geçmiş, kimi küfretmişti, hatta iriliğiyle dikkat çeken
hayvanlara benzetenler bile olmuştu. Genç adamın gözlerini bu hâle getirenler
bizdik: Ben ve hakkı olmadığı hâlde Hakan’ın dış görünüşü ile dalga geçen
diğerleri. Bunu ben başlatmıştım. Vücudunda kan görmediğim için onu yaraladığımın
farkında bile olmayan ben. Son verecek olan da yine bendim. Başımın üzerinde
çakan şimşekleri beni izleyen herkese göstermeyi isterdim. İlhamımı bulmuştum.
Özrümü, kabahatimi işlediğim gazetede yayınlayacaktım. Fakat bu defa gazetenin
internet sayfasında da eş zamanlı yayınlamayı istiyordum. Böylece daha fazla
gence ulaşabilir ve benim gibi onların da hatalarından dönmelerini
sağlayabilirdim.
Telefonu yanımda duran çantaya
sıkıştırdıktan sonra içinden defterimi çıkardım. Bugün son kez eğilerek yere
düşen kalemime uzandım. Koltukta rahat bir pozisyon aldıktan sonra zihnimde
gençlerin ilgisini çekmek ve daha fazla kişiye ulaşmak için yeni bir yazı
içeriği bulmaya çalıştım. Dakikaların ardından kararımı verdim: Yeni bir dünya
kurgulayacaktım. Kurguladığım dünyada sanal şiddetin izleri bir yara gibi
vücutta herkes tarafından gözükecekti. Bu sayede insanlar verdikleri zararı
gözleriyle görebilecekti. Kaleme alacağım hikâyede kalbi yaşadığı aşağılanma
sebebiyle bir daha asla aynı ritimde atmayacak olan gencin, bu durumuna sebep
olanlar katil olacaktı. Yargı bu kez kalbin üzerindeki yaraya bakarak verecekti
katilin cezasını. Bu hikâye benim özrüm olacaktı. Fakat asıl hedefim bütün
gençlere ulaşmaktı. Çünkü yaşayan kimsenin gözlerinde Hakan Çağrı’nınki gibi
bir bakış görmek istemiyordum. Elimdeki kalemin kapağını çıkardım ve hikâyemin
başlığını yazdım:
“Yeni
Dünya: Kapalı Yaranın İzleri”
Yorumlar
Yorum Gönder